Etrafta birçok kişi sorularıyla dolanıyor. Her işin kendine ait kuralları oluyor. Kesin olması gerekenler, olmaması gerekenler var. Peki heyecan nerede gizli? Senaryoda mı, üründe mi, mecrada mı? Senaryo eline ilk geldiğinde yönetmeni ne heyecanlandırıyor?
Etrafta birçok kişi sorularıyla dolanıyor. Her işin kendine ait kuralları oluyor. Kesin olması gerekenler, olmaması gerekenler var. Peki heyecan nerede gizli? Senaryoda mı, üründe mi, mecrada mı? Senaryo eline ilk geldiğinde yönetmeni ne heyecanlandırıyor?
Bir kez daha sete çıkmak, setteki ekibinle buluşmak, kamera, ışık tüm çekim enstrümanlarına kavuşmak, oyuncuya oyun vermek, kurgu, müzik… Yani özetle heyecan, bir film daha çekecek olmanın içinde saklı. Sette ve post prodüksiyondaki çalışma arkadaşlarımla yola çıktığım her seferinde aynı heyecanı yaşıyorum. Bunun adına bir “dünya kurmak” diyebiliriz. Birlikte kurduğumuz dünyanın detayları çekiyor bizi içine. Tabi ki söz konusu reklam olduğunda bir markanın kurumsal kimliğine zarar vermeden, reklam ajansının tüm bilgilere göre oluşturduğu fikrinin omurgasını bozmadan, özetle birçok sınırlandırıcı unsura uyarak sanatımızı icra etmek durumundayız. Olması gereken ya da asla olmaması gerekenler var kabul. Ancak çizilen hiçbir çerçevenin, yönetmenin filminde açısını belirlediği çerçevesine zarar vereceğini ya da heyecan öldüreceğini düşünmüyorum. Bazılarına göre reklam çekmeyi “sinema sanatı” sınırlarının dışında tutmak gerekiyor ancak ben aksini savunanlardan biri olarak bu sanatı icra etme şansımın olduğu her bir saniyeden ve hatta ihtimalden bile heyecan duymaya devam ediyorum. Aslında belki de heyecan bu sorunun saydıklarınızın hiçbirinde değil, yönetmenin kendisinde oluyor. Bu heyecanımızı, senaryoya, ürüne, ekibe, oyuncuya yani sürece dahil olan herkese ve her şeye yansıtarak ürettiğimizi düşünüyorum.